Son yıllarda okullarda en sık konuşulan kavramlardan biri “akran zorbalığı”.
Elbette bu sorun yok sayılamaz. Ancak şu soruyu sormanın zamanı gelmedi mi?
Sürekli zorbalığı konuşarak, zorbalığı mı çoğaltıyoruz?
Dil, yalnızca olanı anlatmaz; aynı zamanda olanı inşa eder.
Bir kavramı ne kadar tekrar edersek, çocukların zihninde de o kadar yer eder.
Bu yüzden “akran zorbalığı” gibi olumsuz bir tanımı merkeze almak yerine,
neden yönümüzü “akran nezaketi”ne çevirmiyoruz?
Çünkü zorbalık, tek başına bir çocuğun problemi değildir.
Zorbalık; okul ikliminin, yetişkin dilinin, rekabetçi sistemlerin
ve görülmeyen duyguların bir yansımasıdır.
Dolayısıyla bu meseleyi sadece “zorba çocuk – mağdur çocuk” ikiliğiyle ele almak,
sorunu yüzeyde bırakır.
Oysa mesele, nasıl bir ilişki kültürü inşa ettiğimizdir.
Akran nezaketi dediğimizde şunu öğretmeye başlarız:
• Farklı olana saygı duymayı,
• Güçlü olanın koruyucu olmasını,
• Alay etmenin değil empati kurmanın değerli olduğunu,
• Kazanmanın değil birlikte iyi olmanın önemli olduğunu.
Çocuklar neyin konuşulduğunu değil, neyin normalleştirildiğini öğrenir.
İyi örnekleri çoğaltırsak, nezaketi görünür kılarsak,
olumlu davranışı ödüllendirirsek çocuklar şunu öğrenir:
“Güç, incitmekte değil; incitmemekte.”
Elbette dili değiştirmek tek başına yeterli değildir.
Ancak dili değiştirmeden, sistemi de değiştiremeyiz.
Çünkü her dönüşüm önce kelimelerle başlar.
Belki de artık sormamız gereken soru şudur:
Çocuklara neyi yasakladığımızı mı anlatıyoruz,
yoksa nasıl bir insan olmalarını mı gösteriyoruz?
Okullarda korkunun değil nezaketin,
suçlamanın değil sorumluluğun,
zorbalığın değil akran dayanışmasının konuşulduğu
bir eğitim iklimi mümkündür.
Bir şeyi ortadan kaldırmanın en etkili yolu,
onun karşıtını güçlendirmektir.
Zorbalığı anlatmak yerine nezaketi çoğaltmak,
çocukların dünyasında kalıcı bir dönüşüm yaratacaktır.